Şimdi efendim düğün işi ciddi iş, emek isteyen iş. Öyle hafife alınacak, geçiştirilecek mesele değil. Mesele ciddi olunca oturup şöyle bir baştan sona düşünüp, üzerine kafa yormak gerekiyor. Yıllardır gittiğimiz, kimi zaman davetlisi, kimi zaman ev sahibi, kimi zaman bizzat gelini damadı olduğumuz bu düğünlerin iç dinamikleri neler?
Eğri oturalım, doğru konuşalım: Kuzişler gerçeğiyle yüzleşelim!
Gelin ve damattan sonra düğün bütçesinde ve düğünlerin ta kendisinde kapladıkları hacim olarak diğer davetlilerin önüne geçen kuzenler gerçeğiyle yüzleşerek başlayalım istedim. Bu kuzenler, ki genellikle gelin hanımlar tarafından “kuziş” olarak çağrılırlar, tatlı, heyecanlı ve yardımsever davetli türleridir. Her düğünde mutlaka boy gösterirler ve bizi aklımızda deli sorularla baş başa bırakırlar: Bir türlü evlenemeyen telaşlı kuzişler gerçekten gerekli mi? Kuzişler telaştan mı beslenir?
Üstelik sadece bizi değil! Karısı dışında, karısı olabilecek yaşlarda bir sürü kadını aynı kuaföre bırakan damadın kuzişlerle ilgili dramı tam da bu noktada başlar: Kuzişlerin saçı da aynı kuaförde mi yapılacak? Gelin başı dışında kuziş başlarını da ben mi ödeyeceğim? Gibi soruların cevabını araya durur.
Kuaför çıkışı gergin bekleyiş: Karımın saçına ne olmuş!
Hayalindeki başı yakalayamayan gelinin öfkesi acaba düğünü tabii en çok da beni etkileyecek mi? Diye merak eden damat, kuzişleri çoktan unutmuştur. Kuaföre bırakmadan önce güzeller güzeli olan karısının kuaför çıkışı nasıl olur da bu hale geldiğine akıl sır erdiremez. Şaşkın bakışlarını gizlemeye çalışarak: “Çok güzel olmuşsun karıcım!” dese de beklenen tepkiden kurtulamaz: “Güzel falan olmadım!”
Şanslıysanız sizin düğününüzde de olacak: Her işe koşan erkek kardeş!
Candır, şanslıysanız sizin düğününüzde de olacak olandır, kahramandır. Kimi zaman erkek kardeş, olmayanlar için en iyi arkadaş. Her işe koşar, düğüne saatler kala unutulduğu fark edilen kilit öneme sahip bir şeyi hızla temin edebilme yeteneğine sahip bir iş bitiricidir.
Gecenin ilerleyen saatlerine kadar onu telefonda düğün mekanını şehrin dört bir yanından gelen davetlilere tarif ederken görebilirisiniz. Son davetlinin de mekana gelmesiyle birlikte o beyefendi çizgisinden, kravatı da boynundan çıkar. İş bitirici misyonunu bir kenara koyar ve başına doladığı kravatıyla pistin derinliklerine doğru kaybolur.
Komparsita’dan Vivaldi’ye giriş müzikleri, Kadifeden Kesesi’nden Ankara’nın Bağları’na çıkış müzikleri!
Düğün mekanınız, davetli portföyünüz ne olursa olsun Komparsita’yla, Vivaldi’yle, Frank Sinatra’yla, Luis Armstrong’la başlayan düğününüz, eninde sonunda Ankara havasına ya da halaya teslim olacağı için giriş müziklerinin pek de önemi olmadığı gerçeğiyle ancak düğünün sonunda yüzleşiriz. Çünkü düğünler giriş müzikleriyle başlasa da o düğünün karakterine dair akılda kalanlar ne yazık ki çıkış müzikleridir.
Davetlilerin bitmeyen memnuniyetsizliği: “Bizi arka masaya atmışlar”
Bu paragrafın ana fikri: “Bırakın her şeyi, herkesi siz kendiniz mutlu olun, eğlenmenize bakın!” Çünkü nasılsa düğünde davetlilerinizin hepsini aynı anda mutlu edemeyeceksiniz. Mutlaka menüyü, o da olmadı oturdukları masanın konumunu, o da olmadı müzikleri, o da olmadı gelinliğinizi hatta ve hatta damadı bile beğenmeyen davetliler çıkacaktır. O yüzden bu gerçekle baştan yüzleşin. “Bizi arka masaya atmışlar”cılara bir dahaki sefere sizi ön masaya alırız deyin ve uzaklaşın.
Alkol görünce keyiflenen enişteler!
Alkol görünce coşan ve genellikle düğünleri trolleyen enişteler özellikle sınırsız alkollü düğünleri pek sever. Teyze ve halaların eniştelere olan nefreti ise gece boyu eniştelerin alkolü sevmesiyle doğru orantılı olarak artar. Düğünlerin çoğunda boy gösteren bu enişteler, alkol sınırı olan düğünlerde garsona kaş göz yapıp daha fazla alkol almaya çalışan kişilerin ta kendisidir. “İçiyor ama oynuyor” diye de düşünebilirsiniz zira herkes otursa da pistten inmeyen o son kişinin de bizzat kendisidirler.
Pist demişken konuyu açmamak olmazdı!
Bir düğünde pistin dinamikleri çok farklıdır. Mekanın geri kalan kısmında olup bitenlerden bambaşka şeyler yaşanır. Pulp Fiction’dan hayali çamaşır yıkamaya oynama tekniklerini icra edenler mi dersiniz, piste çıkıp oynamama sanatını başarıya kavuşturan davetlilerin alkış tutan elleri, yeri döven ayakları mı dersiniz hep o pistte yaşanır.
Yalnız buradan pistten inmeyen kuzişe seslenmek istiyorum, masasında oturan davetliden ne istedin de kolundan çekerek piste sürüklüyorsun! Lütfen biraz saygı!
Düğünlerin saadet çemberi “halay”a bakış!
Bu konuda birkaç sorum olacak. Aklımdaki soru işaretlerini sizlerle paylaşıp sessizce sizi iç sesinizle baş başa bırakmak istiyorum:
- Halayı çok iyi bilen orta yaşlı kadınlar neden bu kadar sert?
- Halay çekmeyi bilmeyenlerin her düğünde ısrarla halay çekme isteğini neye bağlamalıyız?
- Elleri terlediği için halayı bırakmak isteyen ama toplumsal baskı yüzünden serçe parmağını o çemberden koparamayan davetlilerin üzüntüsünün hesabını kim verecek?
- Her halay pistin dışına taşmak zorunda mı?
- Ve son olarak neden her halayda bağımsızlığını ilan eden bir grup daha küçük bir çemberde halaya devam eder?
Sigara içen davetlilerden oluşan ortamda neler dönüyor?
Birbirini tanısın tanımasın sigara içen tüm davetlilerin yolu mutlaka sigara molasında kesişir. İşte o zaman sigara sosyalleşmesi diye tabir ettiğimiz o sosyolojik vaka zirve yapar. Aniden orada bir çember oluşturur, düğünden bağımsız, korsan bir eğlence sahası yaratırlar.
Öyle ki artık sigara içmeyenlerin içi içini yer, sigaraya başlamadıkları güne verip veriştirirler. Sigaraya çıkan davetlilerin, gelin ve damattan rol çalan eğlenceli bir gruba dönüşmekte, düğünü trolleyen bir sosyal ağ kurmakta üstlerine yoktur.
Her çift bu soruya maruz kalacak: “Sen beni bildin mi?”
Gelelim düğünlerin olmazsa olmazı masa masa gezme, çeşitli tat ve kokularda elleri yanakları öpme, tanıdık tanımadık herkesle fotoğraf çektirme faslına ve zirvede bitirelim. Düğünler bir yönüyle yatırım aracı olarak görüldüğünden biraz gelen davetlilerin gönlünü hoş etme ama daha çok takılacak takıyı keseye indirme amacıyla tüm masalar dolaşılır.
Bu dolaşma esnasında çiftler, muhtemelen bir süre birbirlerini bile öpmeye içleri kaldırmayacak kadar çok insanı öperler. Tam da o esnada gecenin en kritik sorusuyla birlikte öpüşmekten beyni yanan çiftte kısa süreli bir algı yitimi yaşanır: “Sen beni bildin mi?”
Genç çiftin yardımına kimin ne taktığını ilgiyle izleyen ve o sırada mobeseden yüksek performans sergileyen anneleri koşar. Bu anne ki müthiş hafızasıyla size destek atar: “Yazlıktan komşumuz Ayten teyzenin eltisi Nilgün Hanım’ı tanımadın mı oğlum?” Bu anne ki gelinle damadı görünce tutamadığı gözyaşlarının herkes tarafından görülmesini isteyen annedir. Anneler, annelerimiz…